

LLAH’IN mü’min kullarına verdiği değer, Kur’ân’ın pek çok âyetinde açıkça dile getirilir. Bu âyetlerden birisi de, inananları kesin bir üstünlükle niteleyen bu âyet-i kerimedir.
Âyet-i kerime, üstünlüğü, doğrudan doğruya imandan gelen bir özellik olarak dikkatimize sunuyor. Bu üstünlük, bir süre sonra ele geçecek olan bir üstünlük değildir. İnsanın eğer talihi yaver giderse yakalayacağı veya başka bir âlemde erişeceği bir üstünlük de değildir.
Veya, bu âyetin inişi sırasında ona muhatap olan az sayıdaki insanlara özgü bir üstünlük de değildir.
Bu, iman eden bir kula, imanıyla beraber Allah’ın bahşettiği bir üstünlüktür.
O, zaten insan olarak seçkin bir yaratılışla, diğer mahlûkattan farklı özelliklerle donatılmış, göklerde ve yerde ne varsa hepsi onun hizmetine sunulmuştur. Mü’min olarak ise, kendisine bunca nimetleri bağışlayan Rabbinin çağrısına kulak vermiş, Ona şükür ve hamdle mukabele etmiş, Rabbi de onu huzuruna alarak hitabıyla, konuşmasıyla, çok özel lütuflarıyla şereflendirmiştir.
İnanan kulun üstünlüğü, bu dünyanın ölçüleriyle takdir edilebilecek bir nitelik değildir. Çünkü o, iman vasıtasıyla, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbine bağlanan, Ona muhatap olan, Ona mensup olan, Ona dayanan aziz bir varlıktır. Göklerin ve yerin egemenliği karşısında bu küçücük gezegenin gelip geçici hadiseleri ne anlam taşır, böyle bir üstünlüğe ne zarar verir?
Şu kadar var ki, Yüce Allah’ın mü’min kuluna lâyık gördüğü bu üstünlüğe, kul, imanının gücü ve kendi çabası nispetinde erişecektir.
Evet, Âlemlerin Rabbi, iman eden kullarına pek büyük bir şeref bağışlamış, onları başka varlıklardan çok üstün nimet mertebelerine eriştirmiştir.
Ancak bu nimetler bir fiyat ister. Kulun da Rabbinden gelen bu lütuflara cevap vererek, onlara lâyık bir çaba harcaması, alın teri dökmesi, bu fiyatı ödemekten kaçınmaması gerekir.
İşte, bu âyet, özlü bir şekilde, mü’minin üstünlüğü için ödenecek fiyatı bildiriyor:
“Gevşemeyin ve üzülmeyin.”
Başka bir deyişle: Rabbinizin rahmetinden asla ümidinizi kesmeyin, gelip geçici sıkıntılarla sarsılmayın. Ve üzerinize düşen çabayı göstermekte, imanınızın gereği olan işleri yapmakta asla gevşekliğe düşmeyin!
Bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Bu âyetin devamındaki âyetler de bu hakikate işaret etmekte ve dünya hayatındaki sıkıntılarla Allah’ın kullarını sınamakta olduğunu bildirmektedir. Aynı hakikati dile getiren daha başka âyetler de vardır. Bu âyet ise, peşin peşin mü’min kulun üstünlüğünü vurgulamak suretiyle şu hakikati de dile getiriyor ki, bu dünyada mü’minin çektiği sıkıntılar veya kâfirin kazandığı başarılar, kâfirlerde bir üstünlük olduğu yahut Allah’ın mü’minlere değer vermediği anlamına gelmez. Onun için, çetin şartlar ve zor zamanlar, inanan kulların imanına da, özgüvenine de, şevk ve gayretine de asla tesir etmemelidir.
Bu âyetin bir başka kayda değer yönü de, Uhud Savaşı sonrasında inen âyetler arasında oluşudur. Uhud Savaşı, bir zaferle sonuçlanmak üzereyken, mü’minlerin kendi kusurları sebebiyle yenilgiye dönüşmüştü. Lâkin bu konudaki âyetler, mü’minlere, bu yenilgiden alınacak dersleri hatırlatmakla birlikte, şiddetli ifadeler kullanmamış, tam tersine, tesellî eden, ümit veren, özgüven aşılayan bir üslûpla onları tekrar hayatın içine çekmiş ve şevk içinde yeni hedeflere sevk etmiştir.
Bu üslûptan ve bu yöntemden herkesin, özellikle irşad makamında bulunanların ve yöneticilerin alması gereken dersler vardır. Onlara da, sorumlulukları altındaki insanlarla beraber birtakım sıkıntılara düştükleri zaman, nasıl bir tavırla o insanlara yönelmeleri gerektiğini, bu âyetler pek güzel örneklerle göstermektedir.
Diğer yandan, her bir mü’minin de bu âyet-i kerimeden bir nasibi vardır ki, bu nasibin bir kısmı özgüven, bir kısmı da yükümlülük demektir.
Bu âyet, mü’mine bir özgüven aşılar. Çünkü o, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbinden gelen bir hitaptır ve mü’min kula “Sen üstünsün” diyerek bir rütbe bahşetmektedir.
Ancak bu rütbenin getirdiği bir de yükümlülük vardır ki, o da, imana uygun bir şekilde yaşamak, imanın gereğini hal ve hareketlerde sergilemektir.
Bu ise, şartlar ne olursa olsun, çalışmak, çabalamak demektir.
Zira dünyanın sıkıntıları, bir mü’min içi uzun boylu üzülmeye değer şeyler değildir. Eğer mü’min böyle şeyler için ah vah ederek, ağlayıp sızlanarak enerjisini tüketmezse, gevşeyip üzülmezse, ona gösterilen yüce hedefler doğrultusunda çaba harcamaktan geri durmazsa, Rabbinin ona lâyık gördüğü üstünlüğü sadece ebedî âlemde değil, bu dünyanın her halinde de yakalayabilir.